Türkiyenin parçalanma Programı
- Alireza Nazmi

- 3 days ago
- 5 min read

Büyük Atatürk bize dört emanet bıraktı.
Vatan, Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Halk Partisi
Daha önce burada, iki kez Atatürk’ün ölümünden sonra bu karizma, güç ve cazibenin ortadan kalkmasıyla, sessiz gölgede uyuyan İsmet İnönü’ler endişe ve psikolojik güvensizlik duygusu yaşadıklarından bahsetmiştim. O dönemde Türkiye’de eli masonların elinde olan ve bu salgının Türkiye’deki hükümete, partiye ve devlet adamlarına bulaşmasına vesile olan Başbakan Celal Bayar, Atatürk’ün yokluğundan yararlanarak harekete geçti.

İsmet İnönü’nün Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt ve Dışişleri Bakanı Cordell Hull’a yaptığı çağrı, 2. Dünya Savaşı’na hazırlanan Beyaz Saray tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu seçim desteğine karşılık İnönü Amerikan Demokratları’na, sürekli olarak Kürtleri Türkiye’yi bölmek için donatma, diğer etnikleri Türk Milleti’nin hegemonyasını yıkmak ve Atatürk’ün yarattığı milli birliği zayıflatmak için kışkırtma ve teşvik ederek söz verdi.
Bu biatin Amerikan bayrağını dalgalandırarak ilan edilmesi, Almanya’nın Afrika’daki Arap müttefiklerine ulaşmasını engelleyerek, Balkanlar’da yeni bir cephe açma ihtiyacını ortadan kaldırarak, Kanal ve Karadeniz üzerinden güneybatı Rusya’nın hassas cephelerine ulaşımı kolaylaştırması için Türkiye’nin Dünya Savaşı’ndaki hizmetlerinin başlangıcı oldu.
2005 yılına gelindiğinde, Atatürk’ın mirasından yapılan bu sapmalar, onun dört mevzuatının yalnızca üç öğesini hedef alınmıştı. Artık “Parti” ideolojisi kirlenmiş, “Türk Milleti” kavramı çarpıtılmış ve “Vatan”ın toprak bütünlüğü sorgulanmaya başlamıştı. Ancak 10 Aralık 2005’te, ülke ve millet düşmanları, önceki üç hedefi vurgularken, ilk kez “Türkiye Cumhuriyeti”ni yıkma ve yok etme niyetlerini açıkladılar. Aynı tarihte Rusya, Fransa, İsrail ve Amerika’nın desteğiyle Türkiye’deki kimi siyasiler ve komünist/terörist grupların temsilcileri İstanbul’da bir otelde toplandılar ve “10 Aralık Herekatı” planını onayladılar. Netanyahu ile birlikte Maliye Bakanlığı’ndan istifa ettikten sonra Wall Street’in Beyaz Saray’a kur yaptığı Amerika’dan Senatör Barack Obama, bu grupta İsrail’i temsil ediyordu.
Ancak, Batı Hıristiyan Dünyası’nın beş yüz yetmiş yıllık yarası elbette hiçbir zaman iyileşmemiştir. Sömürgeciler’e karşı Türk Milleti’nn her ferdi, İstanbul’un fethi için bedel ödemesi gereken Sultan Fatih Muhammed’ gibi idi. Batı sömürgeciliği, Müslüman Türk topraklarının güvensizliğini, uyuşturucuya, teröre, yoksulluğa, IŞİD’e, Taliban’a, PKK’ya, hastalığa, nefrete, aşağılanmalara maruz kalmasını ve liderlerini de onların emirlerine boyun eğen sözde liderler olmasını istiyordu. Elbette bugün Türkiye’nin durumu onların eski yaralarına tuz, kıskançların gözlerinde diken ve kalplerinde nefret dolu bir acıdır. Sömürgecililer Türkiye’nin kendileri için istediği koşullara geri dönmesini istiyolrlardı. Yeni sömürgeleştirme biçiminde şiddete, darbeye, işgale, baskıya gerek yoktur. Tek gereken birkaç hain ruh hastası, bir grup satılmış insan, kolay dolduruşa getirilen bilgisiz bir kitle ve bir avuç dolardı.

Albay Thomas Edward Lawrence’ın (Arabistanlı Lawrence) mertçe olmayan bir görevi vardı ama ülkesine, ordusuna, hükümetine, kralına ve ulusuna hizmet etmekle görevlendirilmişti ve İngiliz ordusunun yapamadığını o yaptı. Ama bizim Lawrence’ımız yani Kemal Kılıçdaroğlu, nesiller boyu parti liderleri gibi, isteyerek sömürgeciliğe, düşman tetikleyicisine ve Amerikan kapitalizminin zulmüne hizmet ediyor. Onların Lawrence’ları vatan düşmanlarını zayıflattı ve parçaladı, bu ise Atatürk’ün bütün eserlerini ortadan kaldırmak ve yok etmek için Atatürk’ten ödünç aldığı kılıkta vatan düşmanlarını güçlendirir ve birleştirir.

10 Aralık 2005’te Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Maral Akşner, Saadat Partisi Genel Başkanı Temel Karamolllaoğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültkin Uysal, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin Genel Başkanı Ali Babacan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, İstanbul’da bir araya gelerek, Barack Obama ve Netanyahu’nun yazılı desteğiyle hazırlanmış olan “10 Aralık Hareketi” projesini planladılar. Bu hizmeti sayesinde Obama ilk siyahi başkan olarak seçilmişti. Bu arada Netanyahu da muhalefet liderliğini ele geçirerek sonraki başbakanlıkların da önü açılmış oldu. İşin acı tarafı, bu beş altı kişilik grubun kendilerini Türkiye’nin “Milli Şahısları” olarak görmeleridir.

Bu yıl sömürgecilik nedeniyle projenin uygulanması için gerekli tüm koşullar hazırlanmıştır. Bir yanda Beyaz Saray’daki Obama’nın geri dönülmez anlayışı İsrail ajanları tarafından kuşatılmışken, diğer yanda Türk Dünyası Konseyi’nin sömürgecilerin ruhunu sarsmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan ise siyasi, fikri ve ekonomik olarak ülkeyi bernzersiz, başarılı ve bağımsız bir biçimde yönetmektedir. Bu plan Türkiye’yi üç döneme ve on bölgeye ayırıyor. Bu bölünme ile üç bağımsız Kürt (Erbil-Kerkük ve Batı Azerbaycan’a bağlanacak) ve Ermeni (Ermenistan’a bağlanacak) ve Türk ülkesi (ilkin Osmanlı bölgesi) ve üç sömürge bölgesi (Yunanistan, Fransa ve İngiltere) ve üç etki alanı (Fransa, İngiltere ve İtalya) ve bir “uluslararası askerden arındırılmış bölge” (Karadeniz, İstanbul ve Çanakkale’den İzmir’e kadar) yaratılması amaçlanmaktadır.

Davutoğlu’nun AK Parti’deki ilk çalışmaları ve kabinedeki uğraşlarının aslında ihanet olduğunu çok güvenilir ve farklı iki kaynaktan biliyordum. Diyarbakır’da proton terapi hastanesi projesinin hayata geçirilmesi sırasında hükümete bağlı Kürt asıllı proje sahibi, onun terör örgütleriyle olan bağlantısını fotoğraf ve videolarla, bayan Clinton’la gizlice işbirliği yaptığını bana göstermiş ve anlatmıştı. Ayrıca kızım ve damadımla birlikte New York’a yaptığımız yolculukta damadım ve ben bay Ban Ki-Moon’nin (damadımın dayısı) misafiri olmuştuk. O son günlerini BM Genel Sekreteri olarak geçiriyordu. Ki-Moon Türkiye’ye olan ilgimi bildiği için, Ahmet Davutoğlu’nun 2015 ve 2017 yıllarında BM toplantılarına katılırken, Beyaz Saray’ın tavsiyesi üzerine Pensilvanya’da Fethullah Gülen ile iki kez gizli görüşme yaptığını, ilk görüşmenin de sızdırıldığını belirtti.
Batılı Hıristiyan sömürge dünyası çok iyi biliyor ki, İslam’ın ve Türkler’in yok edilmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü durumundan ve gittiği yoldan vazgeçilmesi, başka bir Suriye, Irak ve Afganistan’a dönüşmesi yeterlidir. Bu nedenle, birçok planlarından (ki burada bahsedeceğiz) biri de etnik kimliği yerel ve coğrafi kimliklere dönüştürmektir. Güney Azerbaycan’da yapılan hokkabazlığın aynısı gibi. Ya da kadife devrimlerde olduğu gibi alt kimlikleri öne çıkarmak ve onları propaganda etmek. Din söz konusu olduğunda, onu parçalamak için dinlerin alt dalları ile uğraşmak, bu da dini ilgisiz kılacağını ve aynı din arasında ayrılıklar yaratacağını iyi biliyorlardı. İran’da ithal Şiilik’le yaptıklarının aynısını yaptılar ve sadece iki İslami güç arasında uzlaşmaz bir ayrılık yarattılar ve onu sonsuza değin mühürlediler.
Bizden (Biz İran Türkleri’nden) farklı olarak ben Türkiye Türkleri’nin milli ve kolektif bilincine çok inanıyorum ve tarih bunu defalarca ispatlamış olsa da, bu konuda ne kadar çok şey söylenirse o kadar az görülüyor.
Bu seçim bir başkan, parti, grup ya da ideoloji seçimi değil, bu seçim dünyanın ve insanlığın kaderini etkileyebilecek bir seçimdir dersem abartmış olmam.
Allah’a şükürler olsun ki komünist değilim, ama sosyal demokrasiye inanıyorum, aşırı kapitalizmden nefret ediyorum ve hayatım ve çocuklarım için Batı Dünyası’nı seçtiğim açık. Aynı zamanda Türk idealisti, dünya etkileşimine açık bir Turan ülkücüsü ve aynı zamanda yapıcı ve adalet arayan biriyim.
Aşırı kapitalist kölelik ve İsrail’in palyaçoluğu, Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü sınıf adamlarla çatışması/onları alt etmesi, hastalıklı, tekebbürü ve kendini beğenmişlerle birleştiğinde Çin’in Orta Doğu, Afrika ve Güney’de kadife nüfuzu için eli sonuna kadar açılmış bulunmaktadır. Çin, ABD’nin can damarı ve arka bahçesi sayılan Güney Amerika Kıtası’na yirmi kattan fazla yatırım yapmıştır. Bu, eğlence ve kumar için kullanılan küçük bir ada için dünyayı atom savaşına getiren Amerika’dır işte aynı Amerika. Çin, İslam Dünyası’nın yozlaşmış liderlerinin dünyasına o denli nüfuz etmiştir ki, dün birbirinin kanına susamış olan iki Müslüman ülkeyi Çin barıştırabildi. Ve Amerika uyuyor ve Ermeni lobisinin kin ve nefretini, Yunan asıllı siyasetçilerin Türkiye ve İslam Dünyası’ndaki tarihi kinini muhtemelen kendi çöküşü pahasına nasıl kaldıracağının hayalini bile kuruyor.
Türkiye’nin bugün bekası, İslam Dünyası’nın bağımsızlığını, Türk Dünyası Konseyi’nin otoritesini ve Müslümanlar’ın, Türkler’in, Afrika uluslarının ve Pakistan’ın ekonomik ittifakını vaat ediyor. Ve yaklaşık yirmi yıl önce “Avrasya İnsan Hakları Örgütü”nün ev sahipliğinde İran Türkleri Kongresi’nin oluşum aşamasında Türkiye’de yaptığım konuşmalarımda dile getirdiğim gelecek planında üçlü dünyanın kurtuluş olacağını vurgulamıştım. Bunlar Çin ve onun Asya uyduları, İslam Dünyası ve Rusya, Avrupa ve Amerika kıtalarından oluşan Hıristiyan Dünyası’ndan oluşmaktadır. Ve buna bir nükleer savaş eşlik etmese bile Çin’in istediği tek kutuplu dünyadan ve Amerika’nın istediği iki kutuplu dünyadan çok daha adil, daha dengeli ve etkileşimli olacağı kesindir. Doğu ve Batı on yıllardır aşağılayıcı “Üçüncü Dünya” unvanını kullanıp duruyorlar ve bunu ancak Türk Dünyası’nın “Üçüncü Gücü” olarak tezahürü ve otoritesi telafi edebilir ve bunun yolu “sadece” ve “sadece” Türk İranı’ndan geçer. Ve elbette sömürgecilerin İran Türkleri’nin kimliğini, toprağını ve insanlığını bölmeye yönelik bu kirli girişimi, etkisiz hale getiirecek ve itibarsızlaşacaktır.
“İran Türkleri Kongresi”
Dr. Alireza Amir Nazmi Afşar
26 Mart 2023
Kaliforniya




Comments